Bana biraz müsaade. Buralardayım, ama şu ara içimden yazmak gelmiyor. Belki çok kısa, belki de biraz daha uzun sürer. Yine fotoğraflar çekiyorum, arşivliyorum, yazılarımı yazıyorum. Görüşmek üzere, kendinize iyi bakın, sevgiler...







Sıcak ama çok sıcak bir Ankara günü. Bir yerden bir yere gitmek imkansız. İster toplu taşıma araçlarıyla, ister özel arabayla, ister yürüyerek olsun, hareket etmek çok zor.
Kızılaya indiğim zaman bir dükkan çekiyor dikkatimi, inceliyorum. Çocukluk zamanlarımdan hatırladığım zeytin ve zeytinyağları dolu küçük
bir yer, Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait. İçeriye girişte yoğun zeytinyağlı sabun kokusu. Zeytin ile ilgili her türlü ürün var içerde : limonlu yeşil, çekirdeksiz yeşil, kırma yeşil, domat kırma yeşil, salamura yeşil, biber dolgulu yeşil, badem dolgulu yeşil, pembe çizik ve salamura ve sele zeytin. Zeytinyağları : Naturel sızma, riviera ve özel üretim erken hasat. Ayrıca yeşil zeytin ezmesi, yeşil zeytin reçeli, yeşil zeytin salatası, süzme çiçek ve çam balı. Beyaz zeytinyağı ve yeşil prina zeytinyağı sabunları. Bir de sürpiz : zeytin yaprağı çayı! Öğrendiğim bilgiye göre, zeytin yaprağı, doğal bitkisel antibiyotik ve antioksidan korunma ve hastalıkların tedavisinde etkin rol oynayabiliyormuş.
Çocuktuk o zamanlar.
Apartmanımız Ayrancı'da, Reşat Nuri Sokakta idi. Arka bahçemiz dik bir vadiye inerdi. Oyun oynar, koşar, yorulurduk. En çok da kızlı erkekli karışık olarak futbol oynardık. Topumuz illa ki yamaçtan aşağıya doğru gider, arkasından gidecek birini göndermek sorun olurdu. Aşağısı bizim için anlaşılmaz, ulaşılmaz bir yerdi. Aşağıya kadar gecekondular vardı, tam aşağıda da bir dere.
urbağa sesleri. Bu şehirde böyle bir yeri bulabilmek bile mucize diyor, yürüyoruz... 